The Iron Lady


'11 yapımı Phyllida Lloyd filmi The Iron Lady, aslında biyografi filan değil.. İsminden (ve konu ettiği figürden) beklenmeyecek bir biçimde bir "kendini iyi hisset" çöpü.. Sindirimi kolay, şekerlenmiş ve hedef saptıran..

Film, Margaret Thatcher'ın alzheimerını "kendi" yöntemiyle "yenmesi" üzerine işliyor.. Araya sıkıştırılan birkaç geçmiş ayrıntı filme biyografi dememiz için yeterli değil.. Çünkü hakikaten döneminin ve sonrasının en tartışmalı figürlerinden biri, birisi olan kadını "feminist" bir ambalaja sarıp, süslemekle bu işler yürümüyor..

Filmi Margaret Thatcher faktöründen sıyırırsak eğer, yaşlı bir kadının delüzyonlarından arınması üzerine bir etüt olarak değerlendirmek mümkün, ancak burada da şöyle bir sorun var: Film, daha fazlasını becerebilecek bir yönetmene sahip olmadığından, "kendini iyi hisset" sularına yönelerek, "içimizdeki güç" geyiğine giriyor.. Yaşlı kadın da çözümü doktorlarda, alternatif tıpta falan değil "içinde" buluyor-
secret gibi, değil mi??

Çünkü Phyllida Lloyd için sinema yapmak, "bizim" algıladığımız şekilde gerçekleşmiyor.. Mamma Mia! gibi bir rezaleti "film" diye önümüze sunabilen bir insandan, Margaret Thatcher hakkında ayrıntılı bir biyografi beklemek de fazlaca naif bir çaba, ne yazık ki.. Ki, Llyod, sözkonusu The Iron Lady olunca her şeyi açıklayan en kısa söz oluyor.. Hep görkemli anlara odaklanmanın büyüsüne fazla kapılmış olduğundan, can damarı konuları "lütfen" gösterirken dahi seyirciye işin aslını söyleme gereği duymuyor: Çünkü Thatcher'ın ses eğitimi grevlerden, devreye sokulan programlardan çok daha önemli, çok daha "anlatılası.." 

Phyllida Lloyd, bir sinema-projesi çünkü.. Gerçekten sadece iki filme sahip olup da bu denli yozlaşmış ve kitleleri yozlaştırıcı bir vizyona sahip olan başka bir yönetmen görmedim ben..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.